Doğu Karadeniz 9 Günlük Doğa Rotası

Doğu Karadeniz 9 Günlük Doğa Rotası
23 Kasım 2024
#Şehirler#Yolculuk#Gezi#Doğu Karadeniz#Doğa#Karadeniz Yaylaları

Bu yazıda, bu yaz Doğu Karadeniz’e yaptığımız unutulmaz yolculuğu ve yolda keşfettiğimiz yerleri gün gün sizinle paylaşmak istiyorum. Ünye’den başlayıp Artvin’e kadar uzanan bu 9 günlük rotada hem göz alıcı doğa manzaralarıyla karşılaştık hem de bölgenin zengin kültürel dokusuna dokunduk. Şimdi, her bir günün öyküsünü sizinle paylaşmaya başlıyoruz.

1. Gün - Ordu

Geceyi Ünye’de geçirdikten sonra sabah erkenden yola çıktık; ilk durağımız Ordu merkezdi. Aslında Ünye’dan Ordu’ya ulaşmak bir saatlik bir mesafe, ama biz rotayı biraz uzatarak Fatsa üzerinden Perşembe ilçesine doğru döndük. Amacımız? Yason Burnu’nu kaçırmamak.

  • Yason Burnu

Yason Burnu, Fatsa ile Perşembe arasında, denize doğru uzanan bir yarımada gibi yükseliyor. Burnun ucunda küçük ama etkileyici bir deniz feneriyle karşılaşıyorsunuz. Buradan bakınca Karadeniz gerçekten “uçsuz bucaksız” hissi veriyor — ufuk çizgisine kadar sadece su ve gökyüzü kalıyor.

kd1

  • Boztepe

Ordu merkeze ulaşınca arabayı şehir içine bıraktık. İlk durağımız, merkezde yer alan Ters Ev oldu. İçine girince her şey ters — tavan yerde, yer tavanda! Çocuklar için eğlenceli bir deneyim, kısa da olsa keyifli bir molalık oldu.

Ardından yokuşu almadan Boztepe’ye çıkmak için teleferiğe bindik. Yolculuk uzun değil, belki 5–7 dakika sürer ama bu kısa süre bile yeterli: yukarı çıkarken Ordu’nun yeşil tepecikleri ve mavi şeridiyle Karadeniz yavaş yavaş altınızda açılıyor.

Boztepe, gerçekten Ordu’nun en gözde duraklarından biri. Zirvede hem kent merkezini kuşbakışı görebiliyorsunuz hem de denize uzanan bu doğal çıkıntının sunduğu manzaradan doyasıya yararlanabiliyorsunuz. Sosyal tesisleri de oldukça şık ve kullanışlı yapılmış; kahve içip biraz dinlenmek için ideal.kd2

  • Yoroz Zirvesi

Ordu’dan ayrıldıktan sonra rotamızın bir sonraki durağı Yoroz Zirvesi oldu. Bu tırmanış, tüm Karadeniz gezimiz boyunca en çok etkilendiğimiz ve zevk aldığımız anlardan biri oldu.

Yol, Ordu–Giresun karayolunda Turnasuyu mevkiinden içeriye dönerek başlıyor. Buradan sonra dar bir orman yoluyla yükselmeye başlıyorsunuz. Bir süre araba ile ilerliyor, ardından park alanına ulaşıyorsunuz. İşte orada sizi merdivenler karşılıyor.

İlk etapta merdivenlerle yükseliyorsunuz, ardından yol ağaçların arasına dalıyor. Gökyüzünü neredeyse hiç göremediğiniz, yapraklarla örtülü dar patikalar boyunca yaklaşık 1 saat boyunca doğanın içinden ilerliyorsunuz. Bizim çocuklar küçük olmalarına rağmen gayet iyi idare ettiler, ama yine de küçük çocuklarla gelmeyi düşünüyorsanız — özellikle dönüşte — yorulabileceklerini göz önünde bulundurmakta fayda var.

Zirveye vardığınızda karşınıza muazzam bir manzara çıkıyor. Bizim gittiğimiz gün hava açık ve netti; Karadeniz’in mavisi, yeşil dağ sırtları ve uzaklarda beliren köyler net bir şekilde görünüyordu. Ancak burası sık sık bulutlara gömülebiliyor; bazen zirveye ulaştığınızda etrafınız sis içinde kalabiliyor. Bu yüzden hava durumunu kontrol edip, mümkünse açık bir gün seçmek deneyimi katlayabilir.

Elbette zirvedeki manzarayı video ya da fotoğraflarla anlatabilmek mümkün değil. Ne kadar çok görüntü izlerseniz izleyin, o anın huzurunu, rüzgârın sesini ve doğayla baş başa hissini ancak orada yaşayarak anlayabiliyorsunuz.

2. Gün - Giresun

Yoroz Zirvesi’nden keyifli bir inişin ardından yolumuza devam ettik ve yaklaşık 1 saatlik sürüşle Giresun merkeze ulaştık. Şehir merkezinde biraz dolaşıp deniz kenarında nefes aldıktan sonra, akşamın çökmesiyle birlikte geceyi geçireceğimiz Kümbet Yaylası’na yöneldik.

Giresun’un bu yeşil yüksekliği, günün yorgunluğunu atmak ve sadece rüzgârın sesini dinlemek için tam bir kaçış noktası olacaktı.

  • Kümbet Yaylası

Kümbet Yaylası’na, Giresun merkezden Dereli ilçesi üzerinden yaklaşık 1,5 saatte ulaşılıyor. Yayla yolları arasında sayılıyor: asfaltlı, düzgün ve oldukça geniş. Özellikle gece yolculuğu yapanlar için rahat bir sürüş sunuyor.

Biz geceyi, bir arkadaşımızın yayla evinde konaklayarak geçirdik. Ağustos ayında bile hava şaşırtıcı derecede serindi — kalın yorganlarla uyumak zorunda kaldık! Yaz sıcağından kaçmak isteyenler için burası gerçekten ideal.

Yaylada temel ihtiyaçlar için market, kasap ve fırın gibi imkânlar mevcut. Bu yüzden ağır bagajlarla gelmeye gerek yok; kısa süreli bir konaklamada bile rahatça idare edebilirsiniz.

Sabahın erken saatlerinde yaylanın sessizliğiyle uyanmak, günün geri kalanını çok daha huzurlu yapıyor.kd3

Sabah erkenden yayla evinde uyandıktan sonra, Kümbet Yaylası’nın içinden geçen yolu arabayla takip ederek dağın zirvesindeki geniş alana çıktık. Burası hem kampçıların hem de piknik yapan yerel halkın uğrak noktası. Ama biz çok erken vardığımız için her yer bomboştu — sanki doğa bize özel açılmıştı.

Zirvede hâlâ kimse yokken, portatif mangalımızı kurduk ve muazzam bir manzaranın eşliğinde kahvaltımızı yaptık. Etrafımızı saran yeşillik, uzaklarda dolaşan inek sürüleri ve sessizlik… Gerçekten sanki bir kartpostaldan fırlamış gibiydik.

Yerel halk, sabahları ineklerini bu alanın eteklerine otlatmaya getiriyor; hayvanlar gün boyu serbestçe dolaşıyor. Bu doğal ritim, buranın huzurunu bozmak yerine tamamlıyor.

Konaklama konusunda da endişelenmenize gerek yok: Kümbet Yaylası’nda birkaç küçük ama temiz yayla oteli ve pansiyon bulunuyor. İster kendi çadırınızı kurun, ister yerel bir evde kalın — burada herkes için bir köşe var.

kd4

  • Kuzalan Şelalesi

Kümbet Yaylası’ndan öğlen vakti ayrıldıktan sonra, yaklaşık 1 saatlik yolculukla Kuzalan Tabiat Parkı’na yöneldik. Burası, dağın yamacından ince ince, aralıklı şeritler hâlinde aşağı süzülen, toplamda 100 metre kadar genişlikte bir şelaleye ev sahipliği yapıyor. Manzarası hafif mistik, özellikle yeşilin ve suyun buluştuğu köşelerde fotoğrafçılar için cazip anlar sunuyor.

Ziyaret etmek isterseniz, arabanızı tabiat parkının ücretsiz otoparkına bırakıp kısa bir yürüyüşle şelale alanına ulaşıyorsunuz. Ancak dikkat: bölgede eşek arıları oldukça aktif. Ben de orada bir tanesiyle tanışma fırsatı buldum — acısıyla! 😅 Küçük çocuklarla veya hassas ciltli misafirlerle geliyorsanız bu konuda dikkatli olmakta fayda var.

Açıkçası, zamanınız kısıtlıysa Kuzalan Şelalesi’ni atlayabilirsiniz. Doğu Karadeniz’in ilerleyen noktalarında — özellikle Artvin civarında — çok daha etkileyici şelalelerle karşılaşacaksınız.

kd5

  • Mavi Göl

Kuzalan Şelalesi’nden ayrıldıktan sonra, hemen birkaç kilometre ileride Mavi Göl’e ulaşıyorsunuz. Adını gölün berrak, turkuaz tonundaki suyundan alıyor — ve evet, ilk bakışta etkileyici bir görüntü sunuyor.

Ancak açıkçası, “turistik” dememin nedeni hem inanılmaz kalabalık olması hem de deneyimin biraz yüzeysel kalması. Göl çevresi oldukça yoğun, fotoğraf çekmek bile sıra bekleme işine dönüşebiliyor. Tabii ki güzel bir yer, ama bu kalabalığa değip değmediği tamamen size kalmış. Bizim gibi sessizlik ve içten bir doğa deneyimi arıyorsanız, yolunuzu başka yönlere çevirmeniz daha akıllıca olabilir.

kd6Kümbet Yaylası, Kuzalan Şelalesi ve Mavi Göl’ün ardından rotamızı Rize yönüne çevirdik. Önümüzde yaklaşık 4 saatlik — ama yeşille iç içe — bir yolculuk vardı. Akşamın geç saatlerinde Rize merkeze ulaştık ve burayı bir sonraki 7 gün boyunca gezilerimizin merkez üssü haline getirdik.

Artvin, Trabzon, yaylalar, vadiler… Gideceğimiz her yere günü birlik olarak Rize’den çıkıp döndük. Bu esnek rotayı oluştururken en büyük kriterimiz hava durumu oldu. Örneğin Trabzon’un yağmurlu göründüğü bir gün, rotayı Artvin’e çevirdik; Artvin bulutlu çıkarsa tam tersini yaptık. Amacımız, yağmuru en aza indirerek doğanın en iyi halini yakalamaktı — ve genel olarak bu konuda epey başarılı olduk.

3. Gün - Rize Yaylaları

Rize’deki ilk tam günümüzün sabahında hava durumunu kontrol ettik: yaylalarda güneşli ve açık! Hemen rotamızı buna göre ayarladık. Çünkü Doğu Karadeniz’de en önemli kural budur: güzel havayı kaçırmamak.

Ancak öncelikle şunu netleştirmek istiyorum: Rize yaylalarını kendi aracınızla gezmek pek akıllıca değil. Yollar hem dar hem dik, üstelik çoğu taşlık ve bozuk. Bölgede yaşayanlar bile “Arabanızı boş yere kırmayın” diyor. Neyse ki çözüm kolay: günü birlik tur minibüsleri var.

Biz de bu yolu tercih ettik. Hem güvenli hem de oldukça uygun fiyata tüm rotayı hallettik. Sabah Fırtına Deresi’ndeki belirlenmiş buluşma noktasında minibüse bindik (Rize merkezden Pazar ilçesine, oradan da Fırtına’ya yaklaşık 1 saat sürüyor), saat 09:30 gibi yola çıktık. İlk durağımız: Zil Kale.

  • Zil Kale

Çamlıhemşin’den ayrıldıktan sonra minibüsümüz, dere yatağı boyunca ilerleyerek yaklaşık yarım saatlik dar bir yoldan Zilkale’ye ulaştı. Kale, 15. yüzyılda inşa edilmiş ve günümüze şaşırtıcı derecede sağlam bir şekilde ulaşmış. Sarp bir kayalık yamacın üzerine oturmuş, sanki Fırtına Vadisi’nin nöbetçisi gibi.

Kalenin içine de bilet alıp girebiliyorsunuz. Kale duvarları arasında dolaşırken hem tarihin izlerini hissediyorsunuz hem de her pencereden vadinin yeşiliyle iç içe nefes kesici manzaralar karşınıza çıkıyor. Özellikle kale surlarından bakan açı, fotoğraf makinelerinizi boş durmasın diye sizi uyarıyor!

Zilkale, Rize yaylaları rotasında mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Küçük ama etkileyici — tıpkı Karadeniz’in kendisi gibi.

kd7

  • Palovit Şelalesi

Zilkale’den sonra minibüsümüz bizi rotanın ikinci durağı olan Palovit Şelalesi’ne taşıdı. Şelale, yüksekten fışkıran suyuyla ve muazzam debisiyle karşımıza çıktı. Gerçekten de görüp de hayran kalmamak mümkün değil.

Türkiye’nin en yüksek debili şelalelerinden biri olarak biliniyor — resmi bir sıralama olsa bile, kesinlikle ilk üçte yer alır. Su, kayalardan öyle bir dökülüyor ki, hem sesi hem serinliğiyle sizi tamamen sarıyor. Şelalenin dibine inmek biraz zorlu olsa da, manzara o çabayı fazlasıyla haklı çıkarıyor.

Burada biraz uzun süre kalmak, suyun uğultusunu dinlemek ve etraftaki yeşilin içinde derin bir nefes almak, yolculuğun en huzurlu anlarından biri oluyor.

kd3
  • Şimşir Ormanları

Palovit Şelalesi’nden sonra minibüsümüz bizi Şimşir Ormanları’na taşıdı. Burası, Türkiye’de kalan tek şimşir ormanı olarak biliniyor. Maalesef, bu nadir ağaç türü geçmişte bilinçsizce kesilmiş; kalan son örnekler de günümüzde hastalanma gibi tehditlerle karşı karşıya.

Yine de ormanda dolaşırken, ağaçların eğik dalları, buruşuk kabukları ve garip biçimleri sizi başka bir dünyaya götürüyor. Gerçekten de Yüzüklerin Efendisi ya da benzeri fantastik filmlerde gördüğünüz büyülü ormanlara aşırı benziyor. Işığın yapraklar arasından süzülüşü, ağaç gövdelerinin dansı gibi kıvrımları… Her adım, bir masal sahnesine adım atmak gibi hissettiriyor.

Korunması gereken bu nadir ekosistem, sadece doğa severler değil, hayal gücünü hâlâ canlı tutan herkes için unutulmaz bir durak.kd9

  • Elevit Yaylası

Şimşir Ormanları’ndan sonra minibüsümüz, Elevit Yaylası’na ulaşmak için yokuşlara yöneldi. Yol boyunca birkaç kez manzara için durduk, her seferinde doğanın sunduğu bu yeşil derinlik, gerçekten de her kareye sığmıyor.

Yaklaşık 1,5 saatlik tırmanışın ardından 1.850 metre rakımda Elevit Yaylası’na ulaştık. Yolları, bölgedeki diğer yaylalara kıyasla nispeten daha düzgün ve geçilebilir — bu da zaten yorucu rotada küçük bir rahatlık.

Yaylanın ortasından berrak bir akarsu geçiyor; suyun sesiyle birlikte rüzgârın hışırtısı, şehir hayatının gürültüsünü tamamen unutturuyor. Çevreyi saran dağlar, yaylanın içinden geçen o doğal yol ve sessizlik… Gerçekten ayrılmanın zor olduğu bir yer. “Buraya bir daha geliriz,” dedik

kd10

  • Sevdaluk Köyü

Elevit Yaylası’ndan dönüşe geçerken, Fırtına Vadisi’nin bu büyülü yolunda yine birkaç kez durduk — en çok da Sevdaluk Köyü’nde.

Köy, adını taşıdığı gibi gerçekten de sevdalı bir yer. Eski zamanlardan kalma taş evler, çay bahçeleriyle çevrili yollar ve ortasından geçen dere üzerindeki tarihi taş köprü, Karadeniz’in geçmişten günümüze taşınan huzurunu yansıtıyor. Burası, turistik değil; özgün. Sanki yıllar burada biraz daha yavaş akıyor.

kd11

Sevdaluk Köyü’nden sonra bu yoğun ama dolu dolu günümüzü tamamlamış olduk. Minibüsten indik, arabamıza bindik ve Rize merkezde kaldığımız yere doğru yola çıktık.

4. Gün - Artvin

Rize’deki dördüncü günümüze sabah erkenden başladık. Hava durumunu kontrol ettiğimizde Artvin tarafının açık ve güneşli olduğunu görünce rotamızı hemen o yöne çevirdik. Bugün hedefimiz: Borçka Karagöl.

Rize merkezden yaklaşık 2,5 saatlik bir yolculukla Karagöl’e ulaştık. Yolun son yarım saati, dar ve kıvrımlı dağ yollarından geçiyor — arabanızla dikkatli ilerlemeniz gerekiyor, ama manzara her virajda sizi ödüllendiriyor.

  • Borkça Karagöl

Arabayı Milli Park alanının otoparkına bıraktıktan sonra ilk adımı attığımız anda Karagöl karşımıza çıktı — ve gözlerimizi alamadık. Su, çevresindeki ormanların yeşilini öyle bir yansıtıyordu ki, sanki doğanın kendi paletinde karıştırılmış özel bir tondu.

Göl, dağların kucağında sessizce uzanıyor; etrafını saran huzur, şehir yorgunluğunu bir anda silip atıyor. Kalbimizi gerçekten de vurdu — en azından bizimkini öyle hissettirdi. 😊

Gölün etrafını tamamen dolaşabiliyorsunuz. Yol düzgün, tempolu bir yürüyüşle 1 ila 1,5 saatte tamamlanıyor. Bir yandan gölün berrak yüzeyi, diğer yandan koyu yeşil ormanlar… Her adımda sanki yaşayan bir tablonun içindesiniz.

Burada acele etmek gereksiz. Sadece yürümek, bakmak ve nefes almak yeterli.

kd14

Bir de şunu özellikle belirtmek isterim: Karagöl’e erken gitmenizi öneririm. Biz öğlen vakti ayrıldığımızda, zirve saatlerinde akın akın turistlerin geldiğini gördük. Sabahın serinliğinde, henüz kimse yokken orada olmanın sunduğu sessizliği ve huzuru, öğleden sonra bulmak gerçekten zorlaşıyor. Bu yüzden, deneyiminizi özgün ve dingin tutmak istiyorsanız — mümkünse sabah erken gelin.

  • Fındıklı - Çağlayan Köyü

Karagöl’den dönüş yolunda, öğle vakti bir şeyler yemek için rastgele bir yere uğradık — ama ne tesadüf ki, bunu sonradan çok şanslı bulduk! Yolumuz Fındıklı ilçesinden başlayıp Büyük Deresi boyunca ilerleyen dar bir yolda, küçük ama göz alıcı bir köye çıktı: Çağlayan Köyü.

Köy, haritada bile kolayca farkedilmeyebilir, ama bir kez içine girdiğinizde Karadeniz’in en saf lezzetlerinden ve en içten misafirperverliğinden nasibinizi alıyorsunuz. Burayı özellikle yol üstünde doğal bir mola olarak öneririm. Hem doyuyorsunuz hem de Karadeniz’in gizli güzelliklerinden birini keşfediyorsunuz.

(Not: Harita üzerinde işaretlediğim bölge, köye ulaşımı kolaylaştırmak için rehberlik edebilir.)

kd32Çağlayan Köyü’nde sadece yemek yemekle kalmayın — biraz zaman ayırıp köyün içini yürüyün. Çünkü bu küçük alanda Doğu Karadeniz’in tüm tipik öğeleri bir arada:

Kivi asmaları evlerin duvarlarını sarmış,
Kenar mahallelerde çay depoları hâlâ çalışıyor,
Köyün ortasından çağlayan bir dere geçiyor,
Üzerinden geçtiğiniz taş köprü, yüzyılların sessiz tanığı,
Ahşap tipik Karadeniz evleri, renkli çatılarıyla hâlâ ayakta,
Ve her köşede, çay bahçeleri…
Bu kısa yürüyüş, sadece bir gezi değil; bölgenin yaşayan kültürüne dokunma fırsatı. Fotoğraf makinelerinizi, merakınızı ve biraz da yavaşlamayı unutmayın.kd12

Aşağıda kivi asmaları

kd13

Çağlayan Köyü’ndeki bu keyifli molanın ardından yolumuza devam ettik ve akşamın erken saatlerinde Rize merkezde kaldığımız yere geri döndük.

5. Gün - Rize Yaylaları

Bugün yine Rize yaylalarına yöneldik, ama bu sefer rotamız biraz daha maceracı: Pokut ve Sal Yaylaları. Açıkçası, buraya çıkmak tur minibüsü olmadan ya da arazi aracı (4x4) sahibi değilseniz neredeyse imkânsız. Yollar hem dar hem de oldukça bozuk — bazı yerlerde asfalttan çok, doğanın kendi çizdiği patikalar hakim.

Yine Fırtına Deresi’ndeki buluşma noktasında tur minibüsümüze bindik. Yol, kelimenin tam anlamıyla sarsıcı! Minibüs, çukurlar ve taşlar arasında öyle bir savruluyor ki, sanki dalgalı bir denizde teknede yol alıyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Ama bu sarsıntıların karşılığı, her virajda karşınıza çıkan nefes kesici manzaralar.

Yol boyunca durup fotoğraflar çektik — yeşil vadiler, derin yamaçlar, sisli zirveler… Her kare, duvarınızdaki bir tabloya dönüşebilir.

Yaklaşık 1,5 saatlik bu zorlu tırmanışın ardından nihayet Pokut Yaylası’na ulaştık.

kd18

  • Pokut Yaylası
    Pokut Yaylası, 2.000 metre rakımda, dağların en yüksek sırtlarından birine kurulmuş. Buraya ulaşmak zaten bir başarı — ama manzarayı görebilmek biraz da şansa bağlı.

    Biz gittiğimizde hava sisliydi. Vadiler, yamaçlar, uzak zirveler… Hepsi beyaz bir perde arkasındaydı. Neyse ki sis o kadar yoğun değildi ki “göz gözü görmesin” — ama evet, bazen öyle de olabiliyormuş. Yani buraya gelirken hava durumunu kontrol etmek elbette faydalı, ama Karadeniz’in ruhuna sadık kalın: bazen sis bile güzeldir.

    Yaylada küçük ama hoş bir kafe-restoran var. İçeriden tulum sesleri geliyor, ahşap masalarda çayınızı yudumlarken etrafı saran sis bile bir tür huzur veriyor. Atmosfer, sadece manzara için değil — yaşamak için de değer.

kd15

  • Sal Yaylası

Pokut Yaylası’ndan kısa bir yürüyüşle — belki 15–20 dakika — Sal Yaylası’na ulaşıyorsunuz. Burası, Pokut kadar yüksek olmasa da çok daha sıcak ve samimi bir atmosfere sahip.

Yaylada, yerel bir ailenin işlettiği küçük bir lokanta var. Menüde iki şey öne çıkıyor: kendi ineklerinden gelen bonfile kavurma ve ev yapımı sütlaç. Kavurma lezzetli, bol baharatlı, Karadeniz’in ruhunu yansıtan bir lezzet. Ama sütlaç… Abartmıyorum: hayatımda yediğim en güzel sütlaçtı. Krema kıvamında, hafif füme aromasıyla, tencereden taze servis ediliyor. Eğer Sal Yaylası’na çıkarsanız, bu sütlaçı kaçırmayın — gerçekten bir damak hafızası kazanırsınız.

Biz oradayken sis biraz açıldı ve ilk kez vadileri net bir şekilde görebildik. Yeşil yamaçlar, derin çukurlar, uzakta beliren dağ sırtları… Sanki doğa bize “şimdi görebilirsiniz” demiş gibiydi.

kd17

Sütlaç

kd35

6. Gün - Trabzon

Yeni bir güne Rize’de başladık ve sabahın erken saatlerinde rotamızı Trabzon yönüne çevirdik. Rize merkezden Trabzon’a ulaşmak yaklaşık 1,5 saat sürüyor — yol boyu Karadeniz’in mavi şeridi hep sağınızda, yeşil yamaçlar ise solunuzda.

Bugün hedefimiz, Trabzon merkez ve yakın çevresi. Hem tarihi dokusunu keşfetmek hem de kıyıda biraz nefes almak istiyorduk. Şehrin kalbinde hem Bizans’ın izlerini hem de Karadeniz’in canlı ruhunu bulmak mümkün — ve biz de tam bunu yapmaya hazırlanıyorduk.

  • Trabzon Merkez

Trabzon’a varır varmaz ilk durağımız, çarşının tam göbeğinde yer alan Ertuğrul Pide oldu. Şehrin en çok önerilen pidecilerinden biri olduğu için merakla bekliyorduk. Menüdeki birkaç çeşidi denedik — peynirli, kıymalı, yumurtalı… Hepsi lezzetliydi, hamuru da güzel çıkmıştı.

Ancak itiraf etmeliyim: Bir Konyalı olarak, kenarları bana oldukça kalın geldi. 😊 Bizde pide kenarı ince ve çıtır çıtır olur; buradaysa daha çok “ekmek” havasında. Ama tabii ki bu, bölgenin kendi tarzı — ve Trabzonlular için muhtemelen tam da olması gerektiği gibi!

Yine de açılışımız lezzetli oldu, ve pideyle başlayan bu gün, Trabzon’un sokaklarına adım atmak için bize enerji verdi.

kd19Pidemizi keyifle bitirdikten sonra, Trabzon’un kalbi olan çarşıda biraz dolaştık. kd20

Çarşıdaki dolaşmanın ardından rotamızı Sümela Manastırı’na çevirdik. Trabzon merkezden yaklaşık yarım saatlik kısa bir yolculukla manastırın eteğine ulaştık. Arabayı büyük otoparka bıraktıktan sonra, zirveye çıkmak için servis minibüslerine bindik — çünkü yukarıya yürüyerek çıkmak hem yorucu hem de zaman alıcı.

Minibüs, dar ve kıvrımlı yolu hızla tırmanırken, her virajda manastırın heybetli silueti biraz daha belirginleşti. Sonunda, sarp bir kayalığın içine oyulmuş bu tarihi yapı karşımıza çıktı: 1.200 yılı aşkın bir geçmişi olan, inanç, sanat ve doğanın birleştiği nadir mekânlardan biri.

  • Sümela Manastırı

Sümela’nın kendisi zaten muhteşem, ama onu gerçekten unutulmaz kılan şey, bulunduğu doğa. Manastır, yemyeşil bir vadinin ortasında, sarp bir dağ yamacına öyle ustaca yerleştirilmiş ki, günümüz teknolojisiyle bile böyle bir inşaatın nasıl mümkün olabileceğini düşünmek baş döndürüyor. 4. yüzyıldan kalma bu yapı, yalnızca inançla değil, aynı zamanda inanılmaz bir mühendislik ve cesaretle dikilmiş.

İçeri girdiğinizde duvarlarda Hristiyanlığa ait freskler karşılıyor sizi. Ancak ne yazık ki, bunların çoğu zaman içinde ya da bilinçsizlikle tahrip edilmiş. Bazı yüzler silinmiş, bazı sahneler karartılmış… Orijinal hallerini hayal etmek bile kalbi burkutuyor. Keşke bu sanat eserleri daha iyi korunabilseydi.

Manastırın en etkileyici noktalarından biri de vadiye bakan terası. Buradan bakınca, yeşilin derinliği, sisin yavaşça yamaçları sarışı ve sessizliğin ağırlığı, sizi tamamen başka bir zamana taşıyor. Sümela sadece bir yapı değil — yaşayan bir hikâye

kd21

  • Hamsiköy

Sümela Manastırı’ndan sonra rotamızı Hamsiköy’e çevirdik. Trabzon’a göre biraz daha iç kesimde kalan bu köy, Maçka üzerinden ve çevreyoluyla yaklaşık 1 saatte ulaşılabilen bir yer. Yol biraz kıvrımlı ama her virajda yeşil biraz daha yoğunlaşıyor.

Hamsiköy’ün tabii ki sütlaçlarıyla meşhur olduğunu biliyorduk — ve elbette denedik. Lezzetliydi, kıvamı güzel, tazeydi… Ancak açıkçası beklentimi tam karşılamadı. Sal Yaylası’nda yediğimiz o efsanevi sütlaç hâlâ damakta tazeydi; Hamsiköy’ünki onun yanına pek yaklaşamadı.

Ama! Manzara konusunda Hamsiköy, gerçekten birinci sınıf. Güneşli bir günde oraya vardığınızda kendinizi İsviçre Alpleri’nde sanabilirsiniz:

Yamaçlarda serbest dolaşan inekler,
Ufka doğru uzanan sonsuz yeşil tepeler,
Küçük, renkli, ahşap köy evleri…
Gerçekten de Heidi filminin sahnelerini andıran bir atmosfer var. Fotoğraf makineleriniz burada hiç dinlenmeyecek.

Hamsiköy’ü sadece sütlaç için değil, manzarası için de mutlaka ziyaret edin. Karadeniz’in bu “Alp köşesi”, rotanızda yer almayı hak ediyor.

kd22

  • Şehit Eren Bülbül Kabri

Hamsiköy’den Maçka’ya dönüş yolunda, yolun karşı tarafında dikkatimizi çeken bir işaret gördük: Şehit Eren Bülbül’ün kabri. Hemen dönüş yaptırdık ve karşıya geçtik. Kabre ulaşmak için dar bir dağ yolundan yaklaşık on-on beş dakika daha tırmanmak gerekiyordu. Yolun sonunda, dağın zirvesine kurulmuş küçük bir alana vardık.

Burada, Eren’in annesi vardı — kabrin başında, sessizce. Biz yaklaşınca bize gülümsedi, sabırla oturdu, sohbet etti. Eskiden burada nasıl yaşadıklarını anlattı:
— Ufacık bir kulübede,
— Elektriksiz, suyu zorlukla getirilen,
— Kar ve sisle mücadele edilen yıllar…

Eren ve kardeşlerinin çocukluk hikâyeleri, dağın bu ıssız zirvesinde geçirdikleri o zorlu günler… Dinlerken içimiz burkuldu. Bugün, devletin aileye iki katlı, sıcak bir ev yaptığını söyledi — şükür ki artık daha iyi koşullarda yaşıyorlar. Ama o eski yaşamın izleri, hâlâ dağın rüzgârında hissediliyordu.

Bu ziyareti yaparken, Eren Bülbül’ü korumaya çalışırken şehit olan Astsubay Ferhat Gedik’i de unutmamak gerek. İkisinin de fedakârlığı, bu toprakların sessiz kahramanlığını anlatıyor.

Ruhları şad olsun.

kd23

  • Cazı Deresi Restorant

Şehit Eren Bülbül’ün kabrinden sonra tekrar Trabzon merkeze döndük ve kısa bir mola olarak Küçük Ayasofya Camii’ni gezdik. Restorasyon sonrası gerçekten çok daha şık ve bakımlı olmuş; tarihin sessiz güzelliğiyle uyumlu bir nefes aldırdı.

Ardından akşam yemeği için şehirden ayrıldık. Trabzon çıkışında, Yomra ilçesine doğru yaklaşık yarım saatlik bir yolculukla Cazılar Deresi Restoran’a ulaştık. Burası aslında bir alabalık üretim tesisi ama aynı zamanda epey etkileyici bir yeme–içme mekânı.

Balık, buğulama usulü servis ediliyor ve lezzeti güzel — ancak dikkat çeken asıl şey mekanın kendisi. Restoran, bir akarsuyun üzerinde inşa edilmiş devasa bir ahşap konak gibi. İçeri girdiğinizde ise karşınıza cadılar bayramı havasında dekore edilmiş bir dünya çıkıyor:

Duvarlarda korku temalı figürler,
Köşelerde esrarengiz ışıklar,
Fotoğraf çekmeyi sevenler için onlarca eğlenceli düzenek,
Ve çocuklar için tam bir keşif alanı!
En güzel yanı da şu: küçük havuzlardan kendi alabalığınızı seçip tutabiliyorsunuz. Doğa zaten etrafı sardığı için, hem lezzet hem eğlence hem de manzara bir arada.

Ailecek gitmek isterseniz, Cazılar Deresi’ni şiddetle öneririm. Hem doyarsınız, hem eğlenirsiniz, hem de Karadeniz’in bu sıra dışı yüzüyle tanışırsınız.kd24

Burada akşam yemeğimizi keyifle bitirdikten sonra, geceyi Rize’de geçirmek üzere yola çıktık. Ancak Cazılar Deresi Restoranı’ndan Yomra’ya kadar olan yol, özellikle akşam saatlerinde dikkat istiyor.

Yol oldukça karanlık, sık virajlı ve ne yazık ki yeterli yol işareti ya da uyarı levhası yok. Farlarla ilerlerken her virajda biraz fazla temkinli olmakta fayda var. Biz de yavaş ve dikkatli sürerek geçtik — siz de mutlaka dikkat edin.

7. Gün - Trabzon

Bugün rotamız, Rize ile Trabzon arasında, hatta Rize’ye biraz daha yakın olan Uzungöl oldu. Rize merkezden yaklaşık 1 saatte ulaştık — ve yol gerçekten çok rahat. Geniş, düzgün asfaltlı ve iyi işaretlenmiş; kendi aracınızla gitmek hiç zorluk çıkarmıyor.

Uzungöl’ün turistik olduğunu biliyorduk, ama yine de Karadeniz’in bu ikonik manzarasını kaçırmak istemedik. Zaten hava da bize yüz güldü: güneşli, berrak ve hafif serin — tam Uzungöl havası.

  • Uzungöl
  • Uzungöl, her ne kadar betonlaşmanın ve yoğun turizmin — özellikle yaz aylarında Arap turist akınının — gölgesinde kalsa da, hâlâ göz alıcı bir güzelliği koruyor. Gölün etrafında rahatça yürüyebiliyorsunuz, kenarında çay bahçeleri, hediyelik dükkanları ve küçük restoranlar sıralanmış.

    Bir yamacına seyir terası bile yapılmış; yukarı çıktığınızda gölü biraz daha yüksekten, kuşbakışı izleme şansı sunuyor. Manzara tabii ki etkileyici — ama bir şartla: Borçka Karagöl’ü görmeden önce.

    Çünkü gerçek şu: Karadeniz’de giderek daha fazla fark ettiğimiz bir ters orantı var. Yol ne kadar iyiyse, manzara o kadar “evcilleşmiş” oluyor. Uzungöl ve Ayder buna en güzel örnekler. Oysa dar, taşlı, zorlu yollarla ulaşılan yaylalar — Pokut, Sal, Elevit gibi — doğanın en ham, en dokunulmamış hâlini sunuyor.

    Hatta yöre halkıyla sohbet ettiğimizde, bazı yayla yollarının kasıtlı olarak asfaltlanmadığını öğrendik. Çünkü oradaki insanlar, yoğun turizmin doğayı ve yaşam tarzlarını bozmasını istemiyor. Ve açıkçası, onları çok iyi anlıyoruz.

    Uzungöl’ü görmeye değer mi? Evet.
    Ama Karadeniz’in en saf güzelliğini arıyorsanız, yolunuzun zorlu olmasına izin verin.kd25
  • Karester Yaylası

Uzungöl’ün hemen arkasındaki dağa baktığınızda, zirvede bir yayla olduğunu fark ediyorsunuz: Karester Yaylası. Buraya kendi aracınızla çıkabiliyorsunuz — ama dikkat: yol sizi sınayacak.

Yaklaşık 10 km’lik bu mesafeyi 45 dakikada ancak alabiliyorsunuz. Çünkü yol oldukça taşlı, dar ve bozuk. Arabanızı korumak istiyorsanız çok yavaş ilerlemek zorundasınız. Biz sabah erkenden çıktık, ama ne yazık ki zirveye vardığımızda sis çok yoğundu — manzara tamamen gizliydi. Neredeyse boşuna çıktık hissine kapıldık.

Ama işte sürpriz: En güzel an, dönüşte geldi.

Yolun yarılarına doğru, Uzungöl’ü kuşbakışı görebileceğiniz birkaç manzara noktasıyla karşılaşıyorsunuz. Biz orada sandalyelerimizi açtık, termosumuzda çayımız ve sessizlik içinde gölün üzerinde kayan bulutlara baktık. İşte Uzungöl’den en çok zevk aldığımız an, zirvede değil — yarı yolda oldu.

Yerel halk da bunu biliyor: bu noktalarda bilerek duruyorlar, çünkü burası aslında en iyi manzaraya sahip yer. Eğer Karester’e çıkmayı düşünüyorsanız, mutlaka bu ara noktalarda mola verin. Hatta zirveye çıkmadan da dönebilirsiniz — zaten asıl huzur orada.

Nasıl çıkılır?
Uzungöl’deki caminin hemen yanından “Karester Yaylası” yönünde çıkan yolu takip edin. İlk 2–3 km asfalt, sonrasında taşlı patikalar başlıyor.

kd26

Karester Yaylası yolunun zirvesinde dikkat çeken bir başka şey daha var: paraşütle Uzungöl’e atlayan sporcular! Evet, burası aynı zamanda tandem paraşütün popüler noktalarından biri.

Elbette bu etkinlik epey pahalı — biz denemedik, ama uçanları izlemek bile heyecan vericiydi. Gökyüzünde süzülen insanları izlerken, “Keşke bir gün cesaret edip atlayayım” diye geçirdik içimizden… Belki bir sonraki sefere!

İster katılmak isterseniz, ister sadece manzaraya eşlik eden bu renkli sahneyi izlemek için bir kahvenizin tadını çıkarın — her iki seçenek de Uzungöl deneyiminizi biraz daha unutulmaz kılıyor.


8. Gün - Rize Yaylaları

Rize’deki son tam günümüzde, yine Fırtına Deresi yönüne yöneldik. “Bu kadar yakınken Ayder Yaylası’nı görmeden gitmeyelim” dedik.

Ayder’e kendi aracınızla rahatlıkla çıkabiliyorsunuz. Son yıllarda yol oldukça genişletilmiş ve düzgün hâle getirilmiş; artık inişli çıkışlı patikalar yerine, rahat bir asfalt yol sizi karşılıyor. Tabii bu, hem ulaşımı kolaylaştırıyor hem de — ne yazık ki — kalabalığı artırıyor. Ama yine de Ayder’in büyüleyici havasını, turizmin yoğunluğuna rağmen hissetmek mümkün.

  • Ayder Yaylası

Ayder Yaylası, Rize merkezden yaklaşık 1,5 saat, Çamlıhemşin’in ardından yer alıyor. Uzun yıllardır “mutlaka görülmesi gereken” listelerinde yer alıyor — biz de bu üne inanarak gittik.

Ancak açıkçası, gezimizde bizi, beklentimiz olmamasına rağmen, hayal kırıklığına uğratan yer oldu.

Neden mi? Çünkü Ayder’in eskiden bahsedilen büyüsü neredeyse tamamen yok olmuş. Ortadan geçen geniş bir yol, iki yanına dizilmiş kafeler, oteller ve hediyelik dükkanları… Aralarında çimlerde poz veren turistler, selfie çubukları, hoparlörden gelen müzik…

Doğanın sessizliği yerini yoğun bir turizm altyapısına bırakmış. Resim paylaşmadım, çünkü çekmeye değer bir manzara kalmamış maalesef.

Eğer Karadeniz’de saf, dokunulmamış bir doğa arıyorsanız — ve bu yazıyı buraya kadar okuduysanız zaten anlıyorsunuz — Pokut, Sal, Elevit, hatta Kümbet gibi yerleri tercih edin. Onlar hâlâ Karadeniz’in kalbini çarpıtan yerler.

Ayder ise, ismini geçmişteki güzelliğine borçlu kalmış gibi görünüyor.

  • Tar Deresi Bulut Şelalesi

Ayder Yaylası bizi hayal kırıklığına uğratmış olsa da, yol üzerindeki en büyük sürpriz ondan önce geldi: Tar Deresi Bulut Şelalesi.

Ayder’e varmadan yaklaşık 15 dakika önce, yol kenarında küçük bir tabelayla karşılaşacaksınız. Oradan 1–1,5 km’lik kısa bir doğa yürüyüşü başlıyor. Rota tahta döşemeli, hafif eğimli ama çok kolay — çocuklarla bile rahatça gidilebilir. Biz gittiğimiz saatte neredeyse hiç kalabalık yoktu, ki bu da deneyimi çok daha değerli kıldı.

Şelale, adını yukarıdan ince damlalar hâlinde, sanki buluttan süzülüyormuş gibi akan suyundan alıyor. Bu “inci gibi” damlalar, aşağıda yeryüzüyle buluşunca hafif bir sis perdesi oluşturuyor. Sesini duymadan önce hissediyorsunuz: sakinlik, serinlik, huzur.

Burada zaman duruyor gibi. Şelalenin dibinde oturup sadece suyun sesini dinlemek, şehir yorgunluğunu tamamen atmanız için yeterli.

Pratik bilgiler:

Girişte ücretsiz otopark var.
Bölge, dünya genelinde ender rastlanan endemik bitki türlerine ev sahipliği yapıyor — doğa meraklıları için ekstra bir ödül.
Ayder’e gitmek istiyorsanız bile, asıl hedefinizi Bulut Şelalesi yapın. Çünkü burası, Karadeniz’in hâlâ sakince nefes aldığı nadir noktalarından biri.

  • Fırtına Deresi Zipline

Fırtına Deresi boyunca, zipline (havayolu) yapan birden fazla işletme göreceksiniz — özellikle Çamlıhemşin ve Ayder arasında. Eğer adrenalin arıyorsanız ve manzarayı uçarken izlemek istiyorsanız, kesinlikle keyifli bir deneyim olabilir.

Ancak dikkat: fiyatlar başta şişiriliyor. İşletmeler genellikle yüksek bir rakamla başlıyor, ama iyi pazarlık ederseniz ciddi oranda indirim alabiliyorsunuz. Biz de birkaç yerde teklif aldık ve sonunda uygun bir fiyatla anlaşabildik. Yani “evet” demeden önce mutlaka pazarlık yapın.

kd30

  • Fırtına Deresi Rafting

Fırtına Deresi’nde deneyebileceğiniz bir başka eğlence ise rafting. Parkur, Karadeniz standartlarında epey uzun sayılıyor — hem heyecan verici hem de yeterince zaman tanıyor suyun içinde eğlenmeye.

Ekipman konusunda endişelenmeyin: mayo, can yeleği, kürek ve diğer tüm teçhizat işletmeler tarafından sağlanıyor. Tek şart: 8 yaşından küçük çocuklar bu rotada katılamıyor — güvenlik nedeniyle.

En önemlisi: fiyat konusunda pazarlık etmeyi unutmayın. Başlangıç teklifleri genellikle şişirilmiş oluyor, ama direnmek ve iyice pazarlık etmek size neredeyse yarı fiyata kadar indirim kazandırabiliyor. Biz de öyle yaptık ve çok keyifli, aynı zamanda makul bir bütçeyle rafting keyfi yaşadık.

Suya atlamak, kürek çekmek, arkadaşlarınızla birlikte dalgalarda gülmek… Fırtına Deresi’nin bu dinamik yüzü, gezinin enerjisini tamamlamak için harika bir fırsat.kd28

9. Gün - Trabzon ve Dönüş

Rize’deki son sabahımızı erkenden karşıladık. Valizleri arabaya yükledik ve dönüş yolculuğuna çıktık. Ama Trabzon’un cazibesini bir kez daha hissetmeden ayrılmak istemedik — bu yüzden şehirde kısa ama anlamlı birkaç durak yaptık.

Trabzon’un sokaklarında son bir kahve, Karadeniz’in kıyısında son bir nefes… Sonra yola koyulduk. 9 günlük bu yoğun, yeşil, bazen sulu, bazen sisli, her daim unutulmaz yolculuk, yavaş yavaş geride kalmaya başladı.

  • Atatürk Köşkü

Dönüş yolunda Atatürk Köşkü’ne uğramadan ayrılmak olmazdı. Bu zarif yapı, Trabzon halkı tarafından Atatürk’e hediye edilmiş ve o, yaşamı boyunca burada birkaç kez konaklamış. Daha sonra köşk, millî bir müzeye dönüştürülmüş.

Aslında içeri girmek bile duygulandırıcı — orijinal eşyalar, masalar, kitaplar… Tarihin sessiz tanıkları gibi duruyorlar. Ama bizim için asıl büyüleyici olan, bahçesi oldu.

Köşk, Trabzon’un tepelerinde, şehre ve denize hâkim bir noktada yer alıyor. Bahçesi ise renklerin dans ettiği bir tablo: özellikle ortanca çiçekleri (hortensia), burada öyle canlı ve yoğun açmış ki, Türkiye’de gördüğümüz en güzel örneklerdi. Her köşe, bir fotoğraf karesi; her bank, bir anı için bekliyor.

Manzara, bahçe, tarih… Hepsi bir arada. Atatürk Köşkü, sadece bir müze değil — Trabzon’un ruhunu yansıtan zarif bir durak.

kd27

  • Meşhur Kalkanoğlu Pilavcısı

Dönüş yolunda, Trabzon’un en meşhur adreslerinden birini mutlaka denemeden geçemeyecektik: Kalkanoğlu Pilavcısı. Uzun yıllardır “Kuru Fasulye-Pilav” ikilisiyle efsaneleşmiş bu mekan, neredeyse bir şehrin damak hafızası gibi.

Siparişimiz tabii ki klasikti: kuru fasulye, kavurma ve pilav. Üçü de lezzetliydi — fasulye hafif baharatlı ve kıvamlı, kavurma bol ve aromatik. Ama asıl yıldız, pilavdı.

Nasıl anlatsam? Taneleri ayrı, hafif yağlı, içine suyunu çekmiş ama hiç yumuşak olmayan o mükemmel dengede bir pilav… Açıkçası, fasulye ve kavurmanın gölgesinde kalmış gibi hissettim. Bana göre pilavı, diğerlerini çok geride bırakıyordu.kd29

Bonus İçerik

Gezimiz böylece sona erdi — 9 gün, yüzlerce viraj, binlerce yeşil ton ve unutulmaz anlarla.
Buraya kadar okuyanlar için birkaç ekstra bilgiyi paylaşmak istedim. Belki bir sonraki Karadeniz yolculuğunuzda işinize yarar:

  • Rize Akşamları

Rize’de geçirdiğimiz her akşam neredeyse aynı ritüelle geçti: Çaykur Çay Bahçesi’ne doğru yürüyüş. Neredeyse her gün oradaydık — çünkü o, bizim için sadece bir çay bahçesi değildi; gezinin sessiz nefesiydi.

Bahçe, ailelere uygun, sakin ve huzurlu. Kalabalık turist grupları yok, yüksek sesli müzik yok — sadece çayın buharı, sohbetlerin yankısı ve Karadeniz’in hafif serin rüzgârı.

Çayın lezzetini mi soracaksınız?
O kadar özgün, o kadar Rize ki… Anlatmakla olmaz. Kendi elleriyle o tepelerde toplanmış, o suyla demlenmiş bir tadı var. Her yudumda, dağların huzuru damakta kalıyor.

Eğer Rize’ye giderseniz ve akşamın huzurunu arıyorsanız, mutlaka uğrayın. Belki siz de — bizim gibi — her akşam orada bulursunuz kendinizi.

kd31

  • Sürüş Önerisi

Yayla yollarında yokuşlarda araç sürerken siz siz olun, aniden arabayı sağa çekip istop etmeyin, hararet yapıyor :) Ani durmanız gerekiyorsa da arabanız çalışsın. Yoksa kaskonuzun çekici hizmetini kullanabilirsiniz.

kd33

  • Simit Almayın

Allah günah yazmasın, ama Karadeniz simidi… bir şeye benzemiyor. Özellikle Rize’de karşılaştığınız şu parlak, sert ve neredeyse taş gibi simitler — evet, tam da alttaki resimdekiler — Karadenizli değilseniz (hatta Rizeli bile değilseniz) ondan zevk alma şansınız neredeyse sıfır.

kd34

  • Bol Bol Mıhlamaya Hazır Olun

Karadenizliler bazen “Bizim mutfağımız çok zengin!” der gibi konuşsa da…
Gerçek şu: Karadeniz’in kendine has çok fazla yemeği yok. Ama neyse ki, o azlığı kaliteyle kapatıyor.

Ve bu noktada karşımıza çıkıyor mıhlama — ya da yöresel adıyla kuymak.
Mısır unu, tereyağı ve peynirin mucizevi buluşması. Basit, doyurucu ve inanılmaz lezzetli.

Gezide ilerledikçe fark edeceksiniz:
Her yaylada, her çay bahçesinde, her ev yemeğinde… Mıhlama var.
İlk başta “Yine mi?” diye düşünebilirsiniz, ama bir hafta sonra onu özlemeye başlarsınız.

Ve en güzeli?
Hiç pişman olmazsınız.
Hatta dönüş yolunda “Keşke bir tencere alsaydık” diye düşünürsünüz. 😊kd36

  • Alternatif Seyyar Mangal

Sık sık mıhlama yemekten sıkılmak istemiyorsanız arabanızda seyyar mangal gezdirebilirsiniz.

kd37Bu yazıyı, yaylada mangal başında çeken bir görselle bitirmek istedik — çünkü Karadeniz gezisi sadece görmekten değil, yaşamaktan geçiyor. Ateşin başında çay demlemek, çocukların gülüşüyle yemeği yemek, sisin içinden çıkan güneşle uyanmak… İşte asıl hikâye bu.

Tabii ki daha anlatacak çok şey var: gizli patikalar, unutulmuş köprüler, yöre insanının anlattığı hikâyeler, sabah serinliğindeki çay bahçeleri… Ama yazı bu gidişle arza ulaşacak, dediğimiz gibi! 😊

Bu yüzden burada noktayı koyuyoruz.

Eğer aklınıza bir soru, bir öneri ya da “Biz de şuraya gittik!” gibi bir paylaşım geldiyse, lütfen aşağıdaki yorumlara yazın. Hem biz öğreniriz, hem diğer okuyucular faydalanır.

Ayrıca iletişim bölümünden bize ulaşabilir, blogla ilgili iş birlikleri veya sorularınızı iletebilirsiniz.

Yollarınız açık, yaylalarınız yeşil olsun! 🌿

Son Not: Aşağıda haritada gün gün rotalarımızı işaretledim. Şimdiden iyi yolculuklar.


Benzer Yazılar

Bekleyiniz ...

Bekleyiniz ...

footer_logo

Bütün Hakları Saklıdır @2024

mehmetaltann@gmail.com